11 Şubat 2013 Pazartesi

unknown album unknown artist track 01


mükemmel bir düğüne mükemmel bir hazırlık. simsiyah elbise. kara. simsiyah saçlar. kara. simsiyah zifiri karanlık gözler. kara. 
ama bir o kadar da umut dolu yürek. öyle umut, gittiği düğünle ilintisiz. 
evindeki kediyi düşünürken o, saçlarını koparırcasına fönleyen irfansız kuaför. riyakar. asla elde edilemeyecekleri satan bir düzenbaz o. 
"bir fransız artistine benziyorsun şekerim."

aslında benzemiyor. o kadar rahatsız ki aslında halinden. 
bu, o değil ki. o olsa bile, asıl aradığı gözlerinde, o gözler. o gözler onu görmedikten sonra ne ehemmiyetsiz. 

denize nazır. içkili, yemekli. mükemmel. bir tek sahte gülüş yok. bir tek sahte, kolpa adam yok. gelin ve damat; o kadar seviliyor ki.

kız elbisesinin kenarlarından usulca tutarak dans pistine yaklaşıyor, içinde ürkek. yüzünde ise içini ufacık da olsa göstermeyen geniş bir gülümseme. haydi, diyor. kendinden geçercesine twist yapıyor o manasız şarkılarda. kimse de anlamıyor. herkesin sureti güzel, en az kanlarında dolaşan alkol kadar.

pistten dinlenmek için inerken ay ışığının denize yansıyışına bakıyor. yakamoz değil bu. çünkü yakamozun, denizindibindeki deniz kabuklarından yansıyan ay ışığı demek olduğunu daha 8 yaşındayken öğrenmiş. bu gördüğüne yakamoz diyenleri küçümsemek gafletine düşmeden, umarsızca gülümsüyor. 

kimse onu zaten anlamamış ki şimdiye kadar, o halde iken mi anlatacak? yanında oturan kız da ona bakıyor, kim bilir yine neler düşünüyor diye. ama o aslında sadece tek bir şey düşünüyor. "başka türlü bir şey benim istediğim."

içmesi gerek. o şarkıyı söyleyebilmesi için, hatta sözlerini unutma pahasına, içmesi gerek. votkaları vuruyor bir bir. bir bira istiyor. gelen bira efes şişe, yüzünü ekşitiyor. onunlayken içtiği efes değildi diye. 

sahneye yanaşıyor. gözlerinde belli belirsiz, meydan okuyan bir nem. bateristleri oldum olası sevmiş zaten, ona doğru yanaşıyor. 
"gelin hanımın bir arkadaşıyım, bir şarkı söyleyecektim."
kendine de, kulaklarına da inanmadan, sahneye adım atıyor. 
"bir fransız artistine benziyorsun şekerim."

"iyi akşamlar herkese.. pek fazla vaktinizi almayacağım. ben gelin hanımın iş arkadaşı -...- ona bir sözüm vardı, düğününde şarkı söyleyeceğim diye. aslında ünzileyi söyleyecektim. sonra anlamsız olur diye vazgeçtim, (gülüşmeler, ve hala sahte olmayan gülüşmeler) onun yerine başka bir şarkı seçtim. haydi gel benimle ol. tekrar iyi akşamlar ve iyi eğlenceler hepinize..."

aralarda sözlerini unutup, minicik detonelerle, ama içten, "ve göklerden mavi mavi taçları" bambaşka bir denize de yollayarak söylüyor.

onu bir daha görememe korkusu sarıvermiş etrafını. utangaçlığından sansa da insanlar, bu kandırmacaya daha fazla devam edemeyecek, bildiğinden, şarkıyı yarıda kesip geline sarılıyor. 

................

gelin arkasını dönmüş çiçeğini atmak üzere. "ey tanrım bana üç tane" çalıyor. simsiyahlı kız, aklına gelenin başına da geleceğini her zaman biliyor. gelinin buket elinde, masasına yöneliyor, müstehzi gülümsemesiyle. 

................

düğün yerinden ayrılırlarken, simsiyahlı kız, arkasında bir el silah sesi duyuyor. pis suratlı bir adam. havaya sıkıyor.
bir kere daha. iki el.

kız kaçmaya çalışırken ayağı takılıyor, elbisesi ayaklarına dolaşıyor. alışkın değil ki böyle elbiselere hiç.

pis suratlı adam, yere düşen simsiyahlı kızın tam kalbine sıkıyor. sadece bir el. 

kızda cılız bir ses.

haydi diyor, gel. 
benimle ol.
artık.




and when i'm lying in my bed
i think about life and i think about death
and niether one particularly appeals to me.



by songstonoone

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder